DÜNYAYI BAŞAŞAĞI EDİN....

İnsanlık tarihinde çığır açan her gelişme, ideolojilerin altüst edilmesi, önce bir bireyde başlayan ve daha sonra kitlelere yayılan bir düşünce devrimi öncülüğünde gerçekleşmiştir.
En son ne zaman havada takla atarak yuvarlanmıştınız ? 
Çocukluğumuzda nasıldı,  hatırlıyor musunuz? Yerde takla atarak yuvarlanmak, o zamanlar güçlü ve karşı konulamaz bir dürtüydü. Sahilde, evde, ebeveynlerimizin yatağında... Oysa şimdi bu hareketin, yetişkinlerin ölümcül derecedeki ciddi dünyasından yakamızı sıyırmak için, onların inanç ve itikat sistemlerine köklenmiş olan hipnotik dünya masalı tarafından yakalanmamak ve ondan kurtulmak adına çaresiz bir teşebbüsle icat ettiğimiz saf bir taktik olduğunu anlıyorum. Çocuklar, yüksek seviyedeki algılarının, sezgilerinin ve düşlemelerinin kesintiye uğramaması için eğitim adı altında hayatın adeta sınırlanmış tanımına engel olmaya çalışırlar fakat bu çabaları boşa gider. Öyle bir an gelir ki; çocuk yalnızlığı ile kavga etmeyi bırakır ve ebeveynleri de dahil olmak üzere, bıkkınlığın öğreticileri, ölümün ve kasvetin elçileri tarafından aktarılmış mutsuzluğun ve kederin öğretilerine, vizyonunun daralmasına karşı verdiği bu adaletsiz savaştan çekilir, gerginleşmeye, katılaşmaya başlar ve yavaş yavaş kirlenerek yetişkinliğe adım atar.
Yetişkin ne anlama gelir? 
Biz büyükler genelde çocuklara şöyle laflar ederiz : Sen ne zaman adam olacaksın? ya da; bir gün yetişkin bir insan olacaksın...
Bu sözleri bizler de gerçekten inanarak söyleriz ki, sıra bize geldiğinde, bir çocuğun yetişkin olunca bunun onun için üstün bir statü, hayatın daha yüksek bir seviyesinde olacağını düşünmesini sağlarız.  Hayret vericidir ki; bu kelimenin köküne yerleşmiş olan böyle bir uyarıyı anlamak için hiçbir vakit harcamadık.. İngilizcede yetişkin (adult) kelimesi, saflığın bozulmuş hali, içine yabancı katkılar girmiş, vs. anlamına gelen adulterated kelimesinden gelir. Gerçek anlamda yetişkin; bir çocuğun canlılığını/saflığını kaybedip çürümesidir, tıpkı bir zamanlar tazeyken fazla durmaktan bozulmuş  yiyecekler gibi.
Yetişkin, aslında düşleme kapasitesini yitirmiş bir çocuktur. Bütün modern bilimsel başarılara ve olağanüstü teknolojik gelişmelere rağmen insanoğlu, çocukluktan yetişkinliğe geçerken ‘saflığını bozmadan’, diriliğini ve masumiyetinin muhteşem gücünü, bitmek bilmeyen merak ve şaşkın hisleri ile birlikte bulunan içindeki çocuğu, ne şekilde muhafaza edip koruyabileceğini icat edemedi. Bu bilgeliği ve masumiyeti harmonize etmek binlerce yıllık emsalsiz bir paradoksun içine sıkıştırılmıştır : “bir çocuk gibi masum, yetişkin bir iş adamı gibi açıkgöz olmak”.

Aklınız için bir egzersiz
Yetişkin kelimesinin gerçek manasını ifade etmek ve sözcüğe anlam katan bu anlayışın köküne yerleştirdiği uyarıyı tekrar keşfetmek adına bu konsepti tersine çevirmenin özel egzersizini yaptık. Bu makalenin ispat etmek istediği tez, alt-üst etmenin, vizyonu geliştirmek ya da genişletmek için zihinsel bir süreç olduğunu, daha akıllı bir insanlığın ve bir geleceğin hazırlanışında eşsiz bir araç olduğunu ispat etmektir.  Başaşağı çevirmek, zamanından fazla tutularak bayatlamaya yüz tutmuş ve kesin kanıksanmış kavramları doğru düzgün görmemizi sağlar ve vizyonumuzu, normalde sahip olmadığımız ancak mutlak eklenmesi gereken üçüncü bir boyut olan “derinlik” ile entegre eder. Eğer bu ilginizi çektiyse, detaylarını ilerleyen bölümlerde okuyabilirsiniz.
Hüzünlü Ordu
Şimdi, bu makalenin başında yönelttiğim soruya cevap verebiliriz. En son ne zaman takla atarak yuvarlandınız diye sormuştum… Sanırım, yedi yaş civarı çocukların çoğuna olduğu gibi az çok sizin de başınıza gelmiştir. Bu, tıpkı yedi yaşında annesinden ayrılmak zorunda kalarak orduya katılan küçük bir Sparta’lı gibi yetişkinlerin hüzünlü ordusuna katıldığı bir yaştır.  Çocuk, bu yaşa geldiğinde ne yazık ki, mutsuz ruhların evrensel kulübünde ona ömür boyu üyelik sağlayacak olan eksiksiz inanç sistemlerini, önyargıları, batıl inançları ve ikinci el fikirleri çoktan kabul etmiştir bile. Daha da fazlası, bütün yaşamı boyunca asla düzeltilemeyecek ve doğrulamayacak dünyanın baş aşağı edilmiş görüntüsünü de kabullenmiştir.
Tarihte psikolojik olarak başaşağı çevrilmiş örnekler
Tam anlamı ile alt üst etmek, kendimizi tepetaklak etme hareketini gerçekleştirmek veya dışımızdaki bir şeyi başaşağı çevirmek demektir. Psikolojik bir devrim, dünyanın vizyonundaki bir değişim olan diyalektik takla atmayı sembolik bir dilde anlatır. Psikolojik olarak altüst etme düşüncesi, bütün diğer teorik sahalar arasındaki en ilginç bilgi alanı olup verimli bir tartışma konusudur. Şunu rahatlıkla onaylayabiliriz ki; insanlık tarihinde çığır açan her gelişme, ideolojilerin altüst edilmesi, bir bireyde başlayan ve daha sonra kitlelere yayılan bir düşünce devrimi öncülüğünde gerçekleşmiştir.
Copernicus, Heliosentrik teorisi ile dünyanın ve diğer gezegenlerin güneş etrafında döndükleri kuralını açıklayarak, insanoğlunu evrenin merkezi olduğu inancından kopararak evrenin kenarlarına taşımış ve Ortaçağ düşünce tarzının temel taşlarını sarsarak Modern Çağ’ın yolunu açmıştır. Protestanlık, Endüstriyel Devrimin ve Rasyonel Kapitalizm’in psikolojik koşullarını yaratarak iş anlayışını, dini bir mahkumiyetten insanoğlunun evrimi için gerekli bir araç olduğunu ortaya koyarak köklü bir değişiklik yapmıştır.
Christopher Columbus , o zamanın coğrafi görüşünü tepetaklak etmiş, akıntıya karşı bir fikrin peşinden giderek Amerika’yı keşfetmiştir: Efsanevi Hindistan’a ulaşabilecek daha kısa ve yeni bir güzergah arayışındayken Doğu’yu bulmak için Batı’ya yelken açmak…
Tersten Bakmanın Fizyolojisi
Dünyayı görsel olarak algılamamız, bizi çevreleyen gerçekliği görme şeklimiz, fiziksel görüşümüzden hayal edilemeyecek kadar farklıdır. Eğer sadece fiziksel gözlerle algılamak zorunda kalsaydık, dünyayı iki boyutlu ve baş aşağı olmuş bir kabus gibi görebileceğimiz gerçeğine nedense hiç kafa yormadık. Şimdi şaşırtıcı bir habere ve bu haberin olası kaçınılmaz etkilerine hazır olun: Bizler ciddi anlamda körüz! Derinliği tahmin ediyoruz, tanımlıyoruz fakat göremediğimiz gibi kendisine haiz de değiliz. Çok basitçe anlatmak gerekirse, bizim fizyolojimiz üçüncü boyutu algılayamadığı için, 3D teknolojisinin icadından önce, dünyadaki görüntüleri tıpkı bir filmin üzerindeki düz fotogramlar olarak görüyorduk. Dahası baş aşağı görüyorduk. Dünyadaki herhangi bir cismin imajı gözün renkli kısmı olan iristen ve lensten geçtiği anda gözün arka kısmındaki retinaya ulaşır. Retinaya varan görüntü başaşağı ve olduğundan daha küçük bir görüntüdür. Daha sonrasında beynimizin görevi, kendine ulaşan görüntüyü işlemek, vizyonumuzu güçlendirmek ve onu özel zihinsel bir süreç ile entegre ederek üçüncü boyutu harekete geçirmektir. Bizim zihinsel yeteneklerimizin ayrılmaz bir parçası olan ve dünyayı şu anki hali ile görmemizi sağlayan yazılımın bilinmeyen mucidi adına bir anıt dikmemiz gerekir. Biz bunun farkında bile olmadan, beynimiz, milyarda bir saniyede her an ve gözlerimizi açık tuttuğumuz bütün zamanlar boyunca bütün imajların başaşağı edilmesi gibi karmaşık bir operasyonu yerine getirir.
İnsanın bu tuhaf görsel algılamasını düşünürken, dayanılmaz parlaklıkta bir fikir içimi kapladı. Eğer insan psikolojisi görsel sistemimizin limitleri doğrultusunda, fiziksel bilgi retinaya düştüğü andan itibaren beynimizin o bilgiyi başaşağı çevirmesini gerektiriyorsa, psikolojimizin de derinlik körlüğüne sahip olması uzak bir ihtimal değildir ve o da dünyanın düz ve başaşağı bir görüntüsüne sahiptir. Eğer teorim kanıtlanırsa bu, bizim müthiş fikirler ve aydınlatıcı kavramlarla ilgili her türlü formdaki bilgiyi, her hakikati veya ilmi alabileceğimiz anlamına gelecektir fakat onlar algımızın yüzeyinde kalacaklar ve hiçbir zaman derinliğe kavuşmayacaklar, hiçbir zaman etimiz kemiğimiz olmayacaklardır. Fiziksel olarak gözlerimiz tarafından yakalanan imajlar gibi, “Kendini Tanı” veya “Düşmanını Sev” gibi ifadeler bilincimize daha küçük, düz ve başaşağı olarak giriş yapacaklardır.
İşte bu, din kelimesinin kökündeki esas anlamı olan (religion – relego ); birleşmek,  birbirine bağlamak ile dinin nasıl  zulümlerin ve savaşların sebebi haline geldiğini, Hristiyanlığın isim bile değiştirmeden nasıl Engizisyon Mahkemesi’ne dönüşerek, tam tersi hale geldiğini açıklar.
Kavramları, fikirleri ve zihinsel resimleri gerçek boyutlarına getirebilecek, doğru görebilmemiz için onları baş aşağı edebilecek ve orjinal zekasının pırıltısını koruyabilecek ve derinlik ekleyebilecek özel bir organ, psikolojik bir yazılım geliştirmek zorundayız.
Tersten bakabilme kapasitesi bizim kişisel ve sosyal yaşamımız için hayati bir fonksiyondur. Felsefi zeminde ve insanlığın bütün tarihi boyunca tersten bakabilmek, bir kültürün, bütün bir medeniyetin veya politik-sosyal devrim aracılığı ile başaşağı çevirmenin ve radikal bir değişimin sembolü olması şans eseri değildir. Yazımın başında da dediğim gibi; insanlık tarihinde çığır açan her gelişme, ideolojilerin baş aşağı edilmesi ve bir bireyde başlayan ve daha sonra kitlelere yayılan bir düşünce devrimi öncülüğünde gerçekleşmiştir.
Düşünce için besin kaynağı
Bu makalenin sonuna gelmişken, sizlere veda etmeden ve mutlu bir Yeni Yıl geçirmenizi dilemeden önce tersten bakabilme konseptinin somut bir uygulamasını önermeme lütfen izin verin. Kafamızda oturmuş evrensel bir inancı, tartışılmaz bir gerçeği ele alın. Ona tersinden bakın ve ne kadar daha net görebildiğinizi, ondan ne kadar daha yaratıcılık ve zeka çıkartabileceğinizi fark edin. Şu ifadeyi ele alın mesela: “Yemek, sizin için iyidir, sağlıktır, keyiftir” ve bunu çarpıcı bir şekilde tam tersine çevirin.  
Esasen yiyeceğe ihtiyacı olmayan, her gıdanın üzerinde tıpkı sigara paketlerinin üzerinde yazdığı gibi : “Bu, size zarar verebilir” yazısını okuyabilen bir toplum hayal edin. Yemeği azaltmanın nasıl da güzellik, sanat, müzik, eğlence, hakikatı aramaya ve kendini tanımaya ayrılabilecek kaynakları arttırdığını bir düşünsenize...  Bir çok hastalığın ortaya çıkmadığı ve öncelikle obezlik ve benzeri yöresel hastalıkların çoğunun gelişip yayılmadığı bir toplum olurdu. Gittikçe daha fazla gıda üretme ihtiyacı konusunda, ekilmiş arazileri genişletmek veya milyarlarca çiftlik hayvanını yetiştirmek konusunda takıntılı olmayan bir dünyada; suç oranlarında, yoksullukta, gettolarda, savaşlarda ve çatışmalarda radikal bir düşüş ve tabii daha az sosyal görevli olacaktır.
Daha az ideolojik bölünme ile, daha az batıl inançların veya dinlerin olduğu, dengeli ve yalın bir dünya olurdu. Açlıktan ölen çocukların veya tedavisi olanaksız hastalıklar hastanesinin olmadığı bir dünya olurdu. Kaynakların, insanlığın en büyük düşünü gerçekleştirmek ve varoluşumuzun en yüce amacını başarmak üzere kullanıldığı bir dünya olurdu: Ömrü, belli olmayan bir tarihe kadar uzatmak – fiziksel ölümsüzlük.
Tersten Bakabilmek için Bir Okul
Eğer Roma’nın merkezindeki en güzel ve geniş meydanlardan biri olan del Popolo Meydanı’na gitme şansınız olursa, meydana nazır kiliseyi ziyaret etmek için birkaç dakika ayırın. Planı haç biçiminde olan kilisenin iki kanadının ve mihrabının arasından geçerken, göbeğin tam arkasında, iki dev tablonun birbirine baktığı küçük bir kilise göreceksiniz. Caravaggio’nun bu hayranlık uyandıran iki şaheserini aydınlatan ışığı birkaç dakikalığına tutmak için sayacın içine bozuk para atın. Soldaki tablo, başaşağı çarmıha gerilmiş Peter’ı gösterirken, diğeri Şam’a doğru yolda ilerlerken Paul’un attan düşüşünü tasvir etmektedir. Kendinizi, tersten bakabilme fikrinin resimle canlandırılmış en güçlü emsalinin önünde bulduğunuzda baştan aşağı tüylerinizin ürperdiğini hissedeceksiniz. Eğer gözlerinizi kapatırsanız, bu tabloların yüzyıllardır aktarmakta olduğu, binlerce yıllık Başaşağı etme Okulu’nun gizli mesajının sesini duyacaksınız: İnançlarınıza tersinden bakın ve göreceksiniz ki dünya sizi bir gölge gibi takip edecektir. Gerçeklik yeni bir vizyonun şeklini alacaktır.

Yorumlar